top of page

Cumhuriyet’e Yüzüncü Yılından Bir Bakış: Türk Rönesansı

  • Yazarın fotoğrafı: Eray Yıldız
    Eray Yıldız
  • 30 Eki 2023
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 6 Kas 2023

Genel algılayışı İtalya topraklarında sanatta ve bilimde meydana gelmiş ilerlemeler olan “rönesans” ifadesi, olgusal bir kavram olarak değerlendirildiğinde mikro ya da makro ölçekteki toplumların ilerlemeci atılımı olarak değerlendirilebilir. Yani rönesans olgusu, sadece bir toplumda meydana gelen ve benzerinin olmayacağı bir durum değildir. Nitekim yeryüzünde pek çok topluluk sürekliliği olan ya da olmayan ilerlemeci atılımlar gerçekleştirmiştir. Bu hususun delillendirilmesi açısından tarihin her döneminden verilebilecek örnekler mevcuttur. Fakat bu hususun kabul görmesi için rönesans olgusunun her toplum için geçerli olan kat’i kuralları olduğu fikrini kabul etmemek gerekmektedir yahut böyle bir düşünce ile duruma yaklaşılacaksa bu düşünce rönesans’ın temelde bilim ve sanat alanında toplumların kendi kimliklerine göre oluşturdukları bir atılım olduğu fikri kabul edilmelidir. Nitekim tarihin sıfır noktası olarak adlandırılan Göbeklitepe’den başlayarak günümüze kadar yapacağımız bir inceleme bize her toplumun kendi kronosistemi çerçevesinde, kendi ben algısı minvalinde bir rönesans oluşturabileceğini/oluşturduğunu gösterecektir. Baktığımızda bugün hâlâ tam olarak ne olduğunu anlamak için çeşitli incelemeler yapılan Antik Çağ öncesi kalıntıları, o dönemlerin rönesansî bir atılımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekmektedir: Rönesans olgusunu toplumların büyük bir kesiminin oluşturduğu topyekûn bir hareket olarak değerlendirebileceğimiz gibi daha küçük kitlelerin oluşturabileceği bir hareket olarak da değerlendirebiliriz. Fakat bu iki durum hasebiyle rönesans olgusunun toplumlarda sürekliliği hususunda kesin bir yargıya varamayız. Rönesans olgusunun uzun soluklu olması her ne kadar geniş kitlelere yayılmasıyla ihtimali artan bir durum olsa da illâ her zaman böyle olacaktır diyemeyiz. Bir diğer bakış açısıyla ise rönesans olgusunun bireyselliği daha ön planda olan bir bakış olarak ortaya çıkması da onun sürekliliği olmayan bir durum olacağını göstermez. Burada sadece geniş kitlelere yayılmasını sağlayacak atılımların gerçekleşmesi bizlere rönesans olgusunun sürekliliğinin olup olmayacağı konusunda fikir verici olabilir. Baktığımızda Antik Çağ medeniyetlerinde -Yunan, Mısır, Hint, Çin vs.- gerçekleşen sanatsal ve bilimsel ilerlemeler birer örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle bu medeniyetlerin kendi bünyelerindeki rönesansî olarak değerlendirilebilecek atılımlar(felsefe, matematik, tıp, güzel sanatlar vs.) ilerleyen süreçlerde meydana gelen atılımların da temelini oluşturmuştur. Bu durum bir yandan da rönesansî ilerleyişler için medeniyetler arası iletişimin ve etkileşimin önemini de gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda bir açıdan rönesansî atılımların önünde engel olarak görülen dinler dahi bu atılımlara zemin hazırlamıştır. Bakıldığında Mısır ve Yunan medeniyeti arasındaki matematik bilgisi alışverişi sonucunda bu alanda ve bu alan paralelinde geometride kayda değer sonuçlar ortaya çıkmıştır yahut İtalyan/Avrupa Rönenansı ise temelini bir Antikite’ye dönüş üzerine kurulmuştur. Burada şu husus gözden kaçmamalıdır: İtalyan/Avrupa Rönesansı’nın gerçekleşmesinin en önemli sacayaklarından biri İslâm olsa da ilgili mevcutta dönüş yapılan tetikleyici durumun Antikite olmasıdır. Velev ki her ne kadar bu olmamış olsa bile yine de gerçekleşen Rönesans’ın bir başka medeniyet ile etkileşim sonucu gerçekleşmiş olacağıdır. O hâlde şunu diyebiliriz: Rönesansların oluşumunda etkileşimin önemi su götürmez bir gerçektir. Dinlerin rönesanslasra kaynak oluşturması hususunda ise tıp ilmini daha çok ön plana çıkartan dinlerin varlığı, astronomi ve diğer başka pek çok bilim dalında kaynaklık etmesi ve hatta teşvik edici birer unsur olması, dinlerin yazılı sanatlara kaynak oluşu, mimarî açıdan dinî eserlerin zaman içinde sivil eserlere tesir etmesi, dinî sanatların zaman içinde mabetlerden dışarı taşması gibi durumlar dinlerin rönesansların hazırlığında etkili olduğunu göstermektedir. Hatta şöyle de denilebilir ki dinler, bilimsel ve sanatsal ilerlemenin önünde birer engel oluşturmamaktadır. Engel oluşturduğu izlenimini bırakan şey ise dinlere yapılan yorumlarla meydana çıkan ve yayılan bu ilerici atılımlara karşı olunması şeklindeki yanlış yorumlardır. Bakıldığında İslâm dini bu hususta güzel bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim Abbasîler döneminde meydana gelen ilerleme, Endülüs Emevileri döneminde meydana gelen ilerleme din ve rönesans arasındaki uyum açısından güzel birer örnektir. Bu hususlarda daha pek çok örnek verilebilir olmakla beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılı olması dolayısıyla bu yazıyı kaleme aldım. Bu yazının temel inceleme konusu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarının rönesansî bir olgu olarak değerlendirilmesidir.

Türkiye Cumhuriyeti, başkenti işgal edilmiş; yüzyıllar boyunca yönettiği ve çokça kıymet verilen bazı toprakları düşman kuvvetlerince ele geçirilmiş, kaynakları yağmalanan, ekonomik olarak yıllar önce iflas etmiş, elde kalan topraklarında ise salgın hastalıklardan imkansızlıklara, yetersizliklere kadar pek çok sıkıntının ayyuka çıktığı bir devletin kalıntıları arasından kurulan bir devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ifadeler Devlet-i Alî’ye yönelik bir karşıt cephe oluşturmak iddiası kesinlikle gütmemektedir. Aksine Devlet-i Alî’nin 6 asır süren mevcudiyetinde bıraktığı mirasın önemini, yaşadığı şanlı günlerin şükranını belirtme gayesi gütmektedir. Nitekim Devlet-i Alî, pek çok padişahı döneminde ilerlemeci atılımlar yapan/yapmaya çalışan rönesansî bir devlettir. Bu hususu açıklamanın ardından tekrar giriş yaptığımız hususa dönersek Türkiye Cumhuriyeti, tamamen imkansızlıklar arasından oluşturulmuş bir devlettir. Yani Türkiye Cumhuriyeti, bizzat kuruluşu ile bir rönesans timsalidir.

Bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı miras, yukarıda da değinildiği gibi ilerlemeci bir mirastır. Devlet-i Alî, kuruluş döneminden itibaren pek çok medeniyet ile etkileşime girmiştir ve bu etkileşimleri gerektiğinde dönüştürerek bünyesine katmıştır. Ordu yapısından hukuk sitemine kadar her daim yenilik peşinde koşan ve bunu gerçekleştirmeye çalışan bir devlet olmuştur. Duraklama, gerileme ve dağılma dönemlerinde dahi bu durum hep böyle olmuştur. Nitekim Lale, Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet devirlerinde yapılanlara ve yapılmak istenilenlere bakıldığında bu durumun ispatı beraberinde gelmektedir. Hatta Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan pek çok yeniliğin temelini Devlet-i Alî döneminde yapılmasından/yapılmasının istenmesinden aldığı otorite kabul edilen tarihçiler tarafından ortaya koyulmuştur. O hâlde denilebilir ki mikro ya da makro ölçekte olsun rönesans olgusu bu topraklarda uzun zamandır yaşayan bir olgudur. Bu durumda karşımıza çıkan “Cumhuriyeti farklı kılan neydi?” sorusuna vereceğimiz cevap yazımızın ilk kısmında bahsini ettiğimiz “yayılımın artmasının sürekliliği arttırma ihtimalini beraberinde getirdiği” savıdır. Bakıldığında Cumhuriyet’in beraberinde getirdiği ilerlemeci, “muasır medeniyetler seviyesine erişilmesi” hedefi geniş kitlelere yayılmış bir durum olma bakımından daha eski dönemlerden ayrışmaktaydı. Belki de Devlet-i Alî’nin bu hamleleri gerçekleştirememesinin ya sürekliliğini sağlayamamasının sebebi de bu durumdu. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren bir rönesansî kimlik taşımaya mecburdu ve bunu yapmak hususunda geniş bir inanç ve çaba her şeye rağmen mevcuttu. Özellikle eğitim alanında yapılmaya çalışılanlar bunun en temel örneğini oluşturmaktadır. Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan yenilikler incelendiğinde gerek bayındırlık gerek sanayi gerekse tarım alanında yapılanlar beraberinde büyük bir ilerlemeyi oluşturmuştur. Bu hususta rönesans olgusunun kültürü inşa eden unsurlara yönelik yeniliklerine de muhakkak değinilmelidir. Nitekim 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1 Kasım 1928 tarihli yeni Türk harflerinin kabulünü ifade eden Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkında Kanun, Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarının kurulması başta olmak üzere pek çok alanda yapılan yenilikler adeta bir domino etkisi oluşturarak daha başka yenilikleri de beraberinde getirmiştir. Fakat Cumhuriyet’in rönesansî kimliğini bunların dışında ifade eden bir takım başka şeyler de mevcuttur. Bunlara bugün her alanda dünya çapında yetişen bilim insanlarımızın varlığından başlayarak kendi tersanelerimizde inşa ettiğimiz gemilere kadar olan her şeyi teker teker örnek olarak sayabiliriz. Cumhuriyet, binlerce yıllık tarihimizin pek çok döneminde toplumumuzu, devletimizi inşâ eden kadınların bugün dünya üzerinde pek çok yerde isimlerini altın harflerle yazdırmasıdır. Bu durum adeta bir zamanlar devletler yöneten Türk kadınının ülkemizin kurucu Cumhurbaşkanı, Gazi Paşa’nın da dediği gibi “omuzlar üstünde göğe yükselmesi”dir. Nitekim Cumhuriyet’in en güzel yanı ise bu yükselme için kadınlara kendi hür, özgür iradeleri ile yükselecekleri bir imkan sunmasıdır. Cumhuriyet, her sabah çocuğunu okula gönderen bir ebeveynin yüzündeki aydınlığın artması, devam etmesidir. Cumhuriyet, şanlı bayrağın gölgelendiği her yerde “ne korku ne de kederin kalmaması”dır. Yine Cumhuriyet; Aziz Sancarlar, Cahit Arflar, Fuat Köprülüler, Halil İnalcıklar, İhsan Ketinler, Türkan Saylanlar, Canan Dağdevirenler, Engin Arıklar, Feryal Özeller, Dilhan Eryurtlar’dır. Cumhuriyet, yurdun dört bir köşesinde yurdun evlatlarına dersler veren öğretmenlerdir. Cumhuriyet; esnaf ve sanatkârları, ilim ve bilim insanları, doktorları, mühendisleri, askerleridir. Cumhuriyet, topyekûn bir milletin bugün yüzüncü yaşını kutladığımız destanıdır. Nitekim tarihte hiçbir millet yoktur ki binlerce yıllık destanını, destan yazarak canlı kılsın. Cumhuriyet; Ergenekon Destanı’ndaki gibi, yok edilmek istenilen bir milletin dağları yırtması, enginlere sığmayıp taşmasıdır. Dolayısı ile Cumhuriyet, fıtratı itibari ile bir Türk Rönesansı olarak karşımızda çıkan bugün yüzüncü yaşını kutlayan bir ilerleme, aydınlanma sürecidir.

İkinci yüzyılına girerken Cumhuriyetimizin önünde duran düşünsel temel ise artık iletişimin ve küreselleşmenin çok büyük oranda arttığı bu dönemde rönesansın olgusal yanını ve içeriğini daha çok özümseyen bir fikir dünyası olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim bu fikirsel temel bünyesinde bilimin farklı alanlarındaki daha küçük ölçekteki fikirleri beraberinde taşıyan topyekûn hedefler oluşturan bir yapı arz ettiğinde bu durum beraberinde geçen yüz yılımıza yayılan ilerlemeci sürecin daha uzun soluklu bir süreç oluşturması olacaktır.

Yorumlar


  • Instagram
  • Facebook

Don't miss the fun.

Thanks for submitting!

© 2035 by Poise. Powered and secured by Wix

bottom of page