Zayiat Ve Oluşum
- Göktuğ Yılmaz
- 24 Haz 2024
- 3 dakikada okunur
“Erken kalkmak zorunluluğuyla uykuya yattığın her bir gecenin sabahı ve o günün birbirini takip eden vakileri birer işkencedir.”
Gündüzle gecenin birbirine karıştığı daha doğrusu ikisi de gayet arı ve heterojen bir şekilde birbirinden ayrışmasına rağmen bir bütünlük arz ettiği ve kendisine yükleyeceğimiz sıfatları bulmakta zorlandığımız o tuhaflık –belki de uygun yani gerçeğe en yakın sıfat budur tuhaf- sarmıştı etrafımızı. Nasıl olabileceğini düşünmek istiyorduk fakat yaşam eski bir Yunan heykeli gibi tüm arzıyla dikiliyordu karşımıza, nasıl olabilirdi geceyle gündüzün birbirini tamamlaması öyle ya da böylenin aynı sonuca çıkması, bunlar birbirinin tezadı değil miydi? Bir an önce heykeli yıkmalıydık, yıkmalıydık ki zihnimizi kurcalayan o probleme tüm benliğimizle eğilebilelim. Oldukça yerinde bir somutlaştırma olsa gerek o yontulmuş mermer çünkü erken kalktığın her gün, yeni bir çaba ve onun doğurduğu, kısa vadede önemsenmeyen uzun vadede etkisini hissettiren küçük sivri dikenlerdi. Nasıl olduğunu düşünmek için önce hayat kontrol altına alınmalı ve geriye istekle güç kalırsa o zaman nasılın cevabı aranmaya başlanmalıydı.
* “O kitleyi okutabilmek için de ilkin karnını doyuracağız; bitinden, sıtmasından kurtaracağız; sırtına bir şeyler giydireceğiz.”
Öyle ki hayat bir zamanlar bit ve sıtma olarak çıkıyordu karşımıza ve açlık her daim açlık. Artık bitimiz-sıtmamız yok ve karnımız da aç değil, kötü bir durumda yaşıyoruz dersek yersizlik ve nankörlük etmiş oluruz peki sonuç niye değişmedi niye heykel hâlâ ve belki daha da azametlenerek biz ise küçülürken karşımızda? Sanırım o orda duracak ve birbirimizin varlığına tahammül ederek kendimizi ifade edebileceğimiz boşluklar kollayacağız ikimiz de oysa diyoruz biz ondan bir güzellik ya da iyilik yapmasını beklememiştik dilediğince kendi hükmünü sürebilirdi yeter ki bize acı ve daha da korlanacak acı sunmasaydı, bir yaşamın “dayanıklılığı esas aldığı” zihnimizden silinmişti, belki de hiç yer etmemişti orda. Onun varoluş şekli buydu sen toplayacaktın o dağıtacaktı, sen düzeltecektin o bozacaktı, bunu kabul ederek yaşamak akla en yatkın olan ve yolların en kestirmesiydi. Öyle yaptık; sabah erken kalktık, okula-işe gittik, valiliğe uğradık, vergi dairesinde vakit harcadık, kasada sıra bekledik, neden ve kime kurduğumuza bilmeden birbirinden manasız onca cümleyi ardı ardına sıraladık ve bütün bunların güç de olsa bir sonuç vermesine daha doğrusu odaktan bu kadar uzaklaşılmasına rağmen işe yarar bir sonuç vermesine şaşırdık, kurulum bu şekildeydi anlamaya lüzum yoktu ona uyabilecek kadar bilgi ve beceri kâfiydi. Belki gerçeği baz alarak değil fakat faydalı ve olması gerekeni uygulayarak yolumuza devam ettik; artık sabah niye erken kalktığımızla, gün içindeki arıza unsurlarıyla niye uğraştığımızla değil bugün neler yapılacağıyla, problemlerin nasıl çözülebileceğiyle ve ani bir düşeşe karşı irtifa kaybının nasıl olur da olabildiğince aza indirilebileceğiyle ilgilendik ve böylece heykeli yıkamasak da çevresinden dolanabileceği fikri canlandı zihnimizde, aslında tam olarak zihnimizin bir ürünü sayılmazdı bu sonuç, kendimizi böyle bir işleyişte bulmuştuk ve ister istemez uygulamaya koymuştuk. İşte şimdi “nasıl olabileceğini” düşünmeye başlayabilirdik, zıtlıkların bizi götürdüğü noktayı ve nasıl birbirlerine rağmen ve birbirleri sayesinde yaşayabildiklerini. Tüm unsurlara bir çözüm bulunmuşa benziyordu, atacak tek adım kalmıştı, her şey önümüze açılmıştı, yaşamın tüm damarlarına sızmıştık artık onu anlamalıydık, anladık da, yaşam dairesel bir hareketti. Onun içine girmek için onla bütün olmak gerekiyordu, ya izin verdiği ölçüde ona tırmanacaktın ya da gözetimi altında çevresinden dolanacaktın fakat patron her daim o olacaktı, başta zıtlık olmak üzere bizim her daim, anlayamayıp sadece uymakla yetinebileceğimiz bazı unsurların onu oluşturan öğeler olduğunun bilincine vardık.
“Sonra bütün bunlar bizi tekrar hayata sundu, karşımızda belki daha da acımasız bir heykel vardı, devinim bitmek üzere sonsuzuncu kez başlamıştı.”
*Orhan Veli-Şiirde Aydınlık
Comentarios